Ölüm çirkin bir şey değil ama hayat kadar da güzel değil!
Bundan 3-5 gün önce olsa gerek, tatil için otobüs biletlerimi almak için çarşıya gitmem gerekti ve belediye otobüsünde yanıma yaşlıca bir amca oturdu. Bir ara kulağıma eğilip "Hayat güzel." dedi, ben de "Hıhı" diyerek geçiştirdim ama aslında içimden "Yaşlandığın için hayat kıymete bindi yoksa hayat çekilmez ki!" diye geçirdim. Hemen sonra gözlerini bana dikti ve sanki içimdekileri duymuşça, yaşadığım acıları hissetmişçe "Asla pes etme!!!" dedi. Başta irkildim ama bu iddiayı sertçe savunmasının elbet sağlam dayanakları olmalı diye düşündüm.
Camdan dışarısını işaret etti ve çiçekleri ağaçları gösterdi, beynimizden bahsetti, ne dini bir sohbet ne de salt akılcı bir sohbetti; sadece yaşamın güzelliği odaklı bir söylevdi. Bunları zaman zaman ben de düşünüyordum ama ölümün bilinmezliği ve hayata karşın daha çekici olması beni cezbediyor, hayattan da soğutuyordu. Dışarıdaki çiçekler ve ağaçlar, kafatasımızda korunan beynimiz bende farkındalık yaratamazdı. Lakin konu Suna Kıraç'a geldi ve tamamen felç olmasına rağmen kitap yazmasını anlattı, sadece bu kadarını söyledi ve sonra çarşıya gelmiştik, ayrıldık. İçimdeki merak ateşi hızla yangına dönüştü ve Suna Kıraç'ı araştırdım, hikayesini öğrendim. 2006 tarihli haber yazılarına ulaştım, Suna Kıraç´ın bilinmeyen acısı bu linkten siz de okuyabilirsiniz yani hayat devam ediyor, senin devam edip etmemenle ilgilenmiyor. Benim okuyucularım üşengeç değildir, linktekileri okur ama gene de okuyamama ihtimali için özet geçeyim; Suna Kıraç, Vehbi Koç'un kızı ve Koç Holding Yönetim Kurulu başkan vekilidir. Yoğun iş hayatı sebebiyle çocuk yapma planları sekteye uğramış gene de anne olmaktan vazgeçmemiş ve çocuk evlat edinmişlerdir ki o zaman bunu yapmak zoru başarmaktır çünkü bir imaj söz konusudur. Türkiye'nin sayıyı zenginlerinden ve iş dünyasından birinin o yıllarda evlat edinmesine başka bir gözle bakılmaktaymış. Gene de bunu göze almışlar, evlat edindikleri kız da onlara layık olmuş ve bugün iyi yerlerde, Koç ailesine yakışır bir hayat sürmektedir, bir de o annesinin hayatıdır. Linkte yazdığı gibi, Suna Kıraç hastalığa yakalandığında makineyle yaşamayı reddetmiş ve ölmeyi tercih etmiştir ama kızı "Beni bırakma anne!" demiştir. Konuyla alakasız ama şu an Ayvalık'ta tatildeyim, dünden beri geziyorum eğleniyorum filan ama şimdi bu satırları yazarken gözlerim doluyor. Kendimi tutmakta zorlanıyorum gene de hüngür hüngür ağlamıyorum çünkü kendime söz verdim, bundan sonra mutluluktan ağlayacağım çünkü BENİM HAYATIM ve GÖZYAŞIM kimse kadar değerli değil! Neyse, konu saptı gitti ama sanırım mesaj verildi.
Bu blog sitemin ilk yazısı olacak ve lakin eski okuyucularımdansanız yani Umumi Kalem kökenli iseniz bu blog sitesinin tasarımının eski siteme benzediğini zaten fark etmişsinizdir, yazı tarzım da aynı olacak. Yazıları şarkılarla sonlandıracağım çünkü paylaştığım şarkılar sıradan değildir; şarkının her sözü, her bir gerçekten bir parçadır.
Ver Bana Düşlerimi (Murat Kekilli)
Bu blog sitemin ilk yazısı olacak ve lakin eski okuyucularımdansanız yani Umumi Kalem kökenli iseniz bu blog sitesinin tasarımının eski siteme benzediğini zaten fark etmişsinizdir, yazı tarzım da aynı olacak. Yazıları şarkılarla sonlandıracağım çünkü paylaştığım şarkılar sıradan değildir; şarkının her sözü, her bir gerçekten bir parçadır.
Ver Bana Düşlerimi (Murat Kekilli)
Gitmek kolay
Ya sonrası
Silebilir misin sende kalan
Dudaklarımın nemini
Atamazsın biliyorum
Sende solan yüreğimi
Ver bana düşlerimi
Ver bana eski gülüşlerimi
Yanarsın ah yanarsın
Ya sonrası
Silebilir misin sende kalan
Dudaklarımın nemini
Atamazsın biliyorum
Sende solan yüreğimi
Ver bana düşlerimi
Ver bana eski gülüşlerimi
Yanarsın ah yanarsın
Sen yazmaya devam edersen ben de merakla tüm yazılarını okurum herhalde.. :)
YanıtlaSilOku tabi oku :) kısa sürede 13 yazı yazdım, hepsini oku çünkü daha çok yazacağım şeyler var...
Silbundan sonra mutluluktan ağlayacağım çünkü BENİM HAYATIM ve GÖZYAŞIM kimse kadar değerli değil!
YanıtlaSilPeki yaşadığın mutluluklar göz yaşlarını hak ediyor mu ?
Aslında bu soruyu sana değil kendime soruyorum ama kendime soracak kadar cesaretim hiçbir zaman olmadı. Kimbilir belkide yıllarca kısır döngülerden kurtulamadığım için olabilir evet neden bu olabilir kısır döngü. Hangi kısır döngü diye sorduğunu duyar gibi oldum. Cevap aslında çok zor, zorluğunun nedeni basit bir açıklamayla çözülebilmesinden ileri geliyor yani düşünsene aslında dünyadaki en zor şeyler en basitt çözümlerle halledilebileceği için zordur. Yani çözülemeyecek bir problemim olduğunu sana söylersem muhtemelen bana çok basit bir yöntem söyleyeceksin. Unut gitsin; çünkü ne yaprsan yap onu çözemezsin. Ve ben onu unuttuğumda artık çözülemeyen bir sorunum olmamış olur öyle değil mi . Of olaylar sapıyor ve karışıyor matematikle aram hiç iyi değil karmaşık sayılardan kaçtık şimdi de karmaşık satırlara yakalandık. Evet yağmurdan kaçıp doluya tutulmak bu olsa gerek. Neyse olayımız şu MUTLULUKLARIN DEĞERİ. Hangi mutluluk göz yaşlarımızı uğrunda dökebilceğimiz kadar değierli. Yani o kadar sahteliklerle etrafımız sarılmışken bu sahteler üstüne oluşabilecek bir mutluluk beni ağlatamamalı diye düşünüyorum. Öyle düşündüğüme bakma çoğu zaman ağlatmıştır. Üzülmeme değmez insanlar için az ağlamadım ben; tabi ki sahte mutluluklar için de bolca ağlamışlığım var.
ama senin gibi bende artık bunu değimesi gerektiğini düşünüyorum ama bulamıyorum işte kısır döngüde burada başlıyor. öğrendiğimde beni mutluluktan ağlatacak bir gerçeğe ihtiyacım var.bilmiyorum tanrının gerçekten varolduğu ve ya var olmadığına dair kesin bir bilgiye sahip olursam mutlu olurum belki; belki de olmam çünkü bende senin gibi felsefeyi seviyorum ve bazen düşünüyorum da acaba kesin bilgi beni mutlu mu eder. Çünkü kesin bilgi olursa akıl yürütme olmaz dolayısıyla felsefede olmaz dolayısıyla düşünme olmaz. Matematik denklemine dönelim : insan =düşünen hayvan . Düşünme değişkenini çıkarısak nasıl bir 'felaketle' karşı karşıya kalacağımızı görüyorsun değil mi ? İşte kısır döngü burada istediğim mutluluk benim sonum da olabilir. Dostum sana buradan doğrudan pek soru soramadım ama yazdığın yazı bana ilham verdi ve bunları yazdırdı belki bu saçma sapan yazım da sana ilham verir de sende birşeyler yazarsın diye düşündüm bana ilham veren yazılar görmekten hoşlanıyorum. İyi yazmalar.
hermes’ten sevgilerle…
Alkolle yollarımı 2 sene önce ayırdım, gene de zaman zaman bir iki içmişliğim olabilir ama şundan eminim ki, kederliyken içilen bir kutu biranın tadı, neşeliyken içilen aynı kutu biradan farklı oluyor. Hani ağlayacaksam da bırakın, mutluluktan ağlayayım diyorum.
SilMutluluk meselesine gelirsek, etrafımızdaki her şey sahte ve bunu biliyorum. Yaşadığımız mutluluklar bile sahte olabiliyor, yıllar sonra boyası aktığında gerçek yüzlerini görüyoruz. Ben bir söz öğrendim, her yere de uyuyor. "Seven kör, sevilen nankör olur." ki aynen öyle, mutluluktan kör oluyoruz ama sevdiklerimiz de nankör olup bizi bırakıp gidiyorlar. O yüzden güzel iyi olan her şey bitiyor.
Yorumun dolu doluydu, belli ki daha yazacak çok şeyin var. Mail atıp ulaşabilirsin, konuşabiliriz, başk yazılar gönderebilirsin. Yazılarımın okunması ama sadece göz atılması değil, okunup düşünülmesi hoş bir şey. O zaman yazdıklarım değer kazanıyor, bu değeri okuyucular yaratıyor. Ben teşekkür ederim, gene görüşmek üzere...
mutluluk ,seven kaçar bıla bıla bıla...
Silne denebilir ki. sevilen insan gerçekten kaçıyor uzaklaşıyor. nankör oluyor. merak ettiğim bu piskolojik birşey mi sosyolojik birşey mi. bak ben evrenin tümünün birbiriyle bağlantı içerisinde olan büyük bir enerji olduğunu düşünüyorum canlılar , cansızlar ve henüz isimlendiremediğim 3. kategoridekiler(mesela tanrı; canlı mı cansız mı bu konu tartışılacak birşey. canlıysa hercanlı ölümü tadacaktır o zaman o da ölür. cansızsa canı olmayan birşey nasıl oldu da diğer şeylere can verdi.) hepsi uyum içinde. o zaman benzer yönleri olmalı. ama bu sevgiye verilen karşılık noktasında insanda büyük bir kırılma noktası var. bir kedim vardı onu seviyordum ve o hep bana geliyordu onu sevdiğim için benden kaçmıyordu. ama bir sevgilim vardı onu sevdiğim için uzaklaştı ve hazin son. şu an eskilerin de dediği gibi bir kedim bile yok. yani nankör diye tabir edline bir kedi de bile nankörlük yoksa onunla uyum içerisinde olan insanda da olmamalı. diyebilirsin ki kedi ona yemek verdiğim için kaçmıyorduç ee sevgilime ben sevgi verdi bence bu yemekten daha değerli ama buna rağmen o kaçmayı seçti. yani aslında bence bu sevgiye karşı kaçma piskolojisi tplum tarafından oluşturulmuş birşey. yani aslında piskolojik bir durum ama sosyolojik faktörlerden toplumun kurgulanışından toplumun oluşturduğu bir piskoloji. seveni terk etme nasıl bir piskoloji nasıl bir sosyal statü: seveni terk ederek kendilerinin daha güçlü olduklarını , sosyal anlamda da terk eden yani muhtaç olmayan bir başkasına bağımlı olmayan konumunda olduklarını göstermeye çalışırlar bu nankörler. toplumda bunu bu şekilde görür. evet sanırım sözlerim tolumun doğrularnın çoğunun sorgulanması gerektiği noktasına geliyor. galiba dediğin gibi bu konularda o kadar çok anlatmam gereken şey varki dayanamayıp hepsini yazmaya çalışıyorum ve bunun sonucunda böyle karışık bir metin çıkıyor. ama sen ve okuucuların benim bu eksik yönümü giderecek tasnifleme yeteneğine sahipsinizdir. neyse özelden atacağım mesajlar olur ama bu yazdıklarım tüm toplumu ilgilendiriyor o yüzden senin sayfanın herkese açık bölümüne yazıyorum bunları.
dip not : bu aralar birşeylerle meşgulüm ve nete pek bağlanamıyom. öteki yazılarından bir ikisini okuyabildim ilk fırsatta ötekiler hakkında bir şeyler yazıp karşılığında senin vereceğin cevapları heyecanla bekleyeceğim. iyi yazmalar...
saygılarımla hermes...
Bahsettiğin durumun psikolojik ya da sosyolojik olması bir şeyi değiştirmez, sadece bir merak işte. hem "hatice'ye bakma, neticeye bak." derler. bu çok rahat bir tavır ama başkalarının hür iradesine hükmedemediğimiz için neticeye bakarız. Ciddi bir maddesel sorun olsa, sebepler incelenir ama insanlar fazla incelenmeye müsait değil. Ben bunu sosyal hizmet bölümü öğrencisi olarak söylüyorum, insanlar incelenir ama tam veriler elde edilemez çünkü insan stabil halde olamıyor.
SilTanrı olayına gelirsek; olaylara ister dar istersen geniş açıyla bak ama her zaman insan bakış açısıyla sınırlı kalacaksın. Tanrı canlıyla ölmeli ama o zaman tanrı olmuş olamaz diyorsun ya da cansızsa nasıl kendinden canlılar yarattı diyorsun. Matematiksel örnek vereceğim ne kadar önceki yorumunda matematiğinin kötü olduğunu itiraf etsen de. İlkokulda 3'ten 5 çıkmaz diye öğrettiler, o zaman çıkmıyordu ki sonra eksili sayıları öğrendik. Neymiş, bazı şeyleri o anki mantığımız kavrayamazmış hem örneğim bu kadarcık değil. Negatif sayıların karakökü olmaz sanıyorduk ama sonra karmaşık sayıları ve o i'li durumları öğrendik. Şimdi tanrı için canlı ya da cansız muhabbetini istediğin kadar yap ama sonra yanıldığını göreceksin. Bu sebeple olduğu haline bırakmalısın.
Bu arada böyle rahat konuşuyor, tavsiyeler veriyor gibi görünüyorum ama hayatına müdahale amacım da hakkım da yok. Kafana göre takıl sen.
Sevgili kaçmış, kedi gitmiş olayına hiç girmeyelim çünkü dediğin gibi özeldir. Hem bu konuda şimdilik konuşmam doğru olmaz çünkü benim de aylar önce başımdan bir ayrılık geçti, ne kadar atlatmış olsam da ruhumda izleri kalmış olabilir. Mesela oğlu motosiklet kazasında ölen baba için motosikletler en tehlikeli araçlardır hem otomobiller varken o iki tekerli şeylere neden ihtiyaç duyulur filan diye isyan eder. Balıktan zehirlenen biri, balık için kötü yorumlar yapar ve onun için en iyi şey kırmızı et filandır. Bana şimdi ilişkilerle ilgili bir şey deseler "dertsiz başa dert almaktır." derim ama geçen sene ilişkinin en canım cicim aylarında sorsalar "hayat, ilişkiyle anlam kazanıyormuş." diye sallardım ama 3 yıl önce o lisedeki en radikal felsefeci halime sorsak, ohooo neyse gene görüşürüz o zaman.
Dikkat et kendine...