4 Şubat 2015 Çarşamba

HAYATA YENİ SEKME

Değişim kaçınılmaz bir sonmuş :)

Uzun süredir yazmadım ve yazmak da istemedim. Ben veda ettiğim şeye tekrar dönemem ve dönsem de ısınamam. Benim için blog yıllarımı verdiğim "Umumi Kalem"di ama bitti. Bu "Hususi Kalem" de oldu bitti. Hakkını yemeyeyim, çok yenilikçi bir site olmuştu ama yeniliğin kaynağı bendim. Ben değiştim! Şimdi ise kendimi video işlerine vereceğim. Elimde kamera, kolumun altında tripod, boş boş takılacağım. Kendi dünyamda özgürce yaşayacağım.

Beni https://www.youtube.com/channel/UC5WyWxmYskQzzrjfdOmsEIg şu linkte bulabilirsiniz, abonem olmadığı için alan adı alamıyorum. Ama bu linki ezberleyecek haliniz yok, youtube.com'da "Feylesof TeCe" diye aratırsanız bulursunuz. Hadi bana eyvallah...

Işıklarını gördüğümüz yıldızlar belki yıllar önce ölmüş ve sönmüşlerdir, bizse ışıklarını şimdi görüyoruz. Ben de yaşarken öldüm, hayat belirtilerini de şimdi mi veriyorum?

11 Ekim 2014 Cumartesi

KAÇAK AKIL

Aklımda kaçak var, elektrik gibi çarpıyor beni!

Eskiden zaman geçmez diye yakınırken şimdi zaman ne çabuk geçti. Hani artık plan yapmanın vakit kaybı olduğunu düşünmeye başladım, aslında düşünmek için bile vakit kaybı diyebilirim. Klasik olarak "İnsan düşünen bir hayvandır." diyorlar ya, düşünmeyi böyle yüceltmeye gerek yok. Hayvan olmak kötü mü? Plan yapmaktan, düşünmekten, planları düşünmekten, düşünmeyi planlamaktan, her şeyi karıştırmaya başladım. Blog içinde "Ne yapsam, ne etsem?" diye düşünürken hiçbir şey yapmamış oluyorum. Yapılan en iyi şey, içinden geleni yapmakmış. Bu hafta aldım bilgisayarı kucağıma, kafama göre yazdım. Zaten klavyeye dokunmaya başlayınca parmaklarımı geri çekemiyorum. Öyle böyle birkaç bir şey yazdım ve onları sizlerle paylaşıyorum.

SAKLI CİNNET

Düğünümüz var, Allah'ım sen bana sabır ver!

Haftaya abimi evlendiriyoruz, hayırlısı olsun. Bense sadece düğün iyi geçsin istiyorum. Ben deli değilim, belki bazen "Deliyim!" diye haykırıyor ve garip davranışlar sergileyebiliyorum ama aslında akıllıyım galiba.

Benim olayım, birazcık paranoyak olmak ama ben bunu öngörü olarak kabul ediyorum. Yani düğünün iyi geçmesini istiyorum çünkü olacakları tahmin edebiliyorum. Beni düğün girişine dikecekler ki eyvallah, ben damadın erkek kardeşiyim. Geleni karşılayacak, gideni yolcu edeceğim ve saçma salak muhabbetlere katlanacağım. Onları tahmin edebiliyorum, bu yüzden tedirginim.

Düğün günü olacak muhabbetleri kafamda canlandırdım, herkesle aynı muhabbet olmasa da genel olarak aynı şeyleri konuşacağım. Hadi sizinle olası muhabbetlerin derlenmiş halini paylaşayım.

SAÇLARIM

Artık saçlarıma değil, sakalıma tutuyorum fön makinesini...

İnsanlar "Kılda keramet olsaydı, götte çıkmazdı." diyorlar ama saç sakal önemli şeyler. Zaten önemli olmasaydı tek bir makasla evde saçlarımızı keser, kendimizi tıraş ederdik ama olay öyle değil. Saç boyayan, şekil veren, dükkanlarının kapılarına oyuncuların ve mankenlerin fotoğraflarını asan kuaförler var. Demek ki kıl deyip geçmemek lazımmış.

ŞİİR YAZAMAMAK

Köftelik Katır

Alalım yanımıza güzel çıtırları
Tırmanalım dağa kuralım çadırları
Ay ışığında zorlayalım sınırları


İşeyerek suladım ben hep çayırları
Ziyaret etsem şifa için yatırları
İyileşirsem satarım tüm bakırları


Nedense seviyorum ben tüm sığırları
Yazmak için yazıyorum bu satırları


6 Ekim 2014 Pazartesi

BAYRAM FALAN

Hani her gün bayramdı bana?

Herkes "Kurban Bayramı gelecek." diyordu ve ellerinde alışveriş poşetleriyle sokaklarda koşturuyorlardı. Ne bayramıydı bu, anlayamıyordum. Zaten her günü bayram değil miydi bana? Daha doğrusu öyle söyleniyordu bana. Gene de diğer insanlara imrendim, bu bayram farklı bayramdı anlaşılan. Eller öpülecek, tatlılar yenecek, kurbanlar kesilecekmiş. Ben diğer bayramlar öyle yapmıyordum ki. Neyse, gene de adetlere uymak gerek diye düşündüm. Deli olsak da topluma ters hareket etmek hoş olmazdı. Zihnimi daha rahat toparlamak için bahçeye çıktım ve masaya oturdum. Elime de kağıt kalem alıp bayram planı yapmaya koyuldum, ne kadar yoldan geçen insanlar "Masadan in, sandalyeye otur deli!" diyerek dikkatimi dağıtlar da listemi hazırlamaya devam ettim.

24 Eylül 2014 Çarşamba

TEK OLMA MESELESİ

Tek doğdum ama tek ölür müyüm? Bundan emin değilim.

İki haftadır yeni blog yazısı yayınlayamadığım farkındayım ama bu size benim iki haftadır yattığımı da düşündürmesin. Çünkü yazmaya çabalıyorum, gene de yazıları yetiştiremedim. Düzce'ye gelince hastalandım, bu şehir beni hasta ediyor. Yazın topladığım enerji tüm yıl yeter diye düşünürken, bir haftada tükendim. Yine de asla pes etmedim ve gördüğünüz gibi geç de olsa bu yazıları yayınlayabildim. Ne de olsa hayat devam ediyor değil mi? Zaten etsin, edebildiği kadar etsin. Bir gün ölüm herkesi öldürecek. Zihnimde hep "Ölüm gerçeği bizi korkutsa da, ölüm fikrinin bizi kurtaracağı kesindir." sözleri yankılanır.

İNSANLAR

İnsan mutlu olmak için mi yaşar?

Bu basit bir soru değil, üzerinde uzun uzun tartışılacak bir konunun başlığıdır. Bir insan bile net olarak neden yaşadığınından emin olamazken, milyarlarca insanın yaşamlarına neden devam ettiklerine tek ve ortak bir cevap bulmak biraz olanaksız gözüküyor. Bir de olaya "İnsan mutlu olmak için mi yaşar?" sorusuyla girmek, olayı daha karmaşık yapıyor. Çünkü mutluluk ve mutlu olmak, çok karışık şeyler ya. Madem bu kadar zorlu ve karışık bir konuya gireceğim, bari kullanacağım yaklaşımı kendim seçeyim. Zıtlıklar bana çoğu zaman yardımcı olmuştur, o zaman karşıt kavramlarla konuya girerim. Ölüm ve mutsuzluk kavramlarıyla konuya girelim. Devamında da bunalım, depresyon, cinnet, cinayet, katliam, intihar konularına bile gireriz. Gene de konudan sapmayalım, yazının merkezinde "Yaşam-Mutluluk" ve "Ölüm-Mutsuzluk" olsun.

DEFİNE

Yaşanmış anılar serisinden, anı-2

Yıl 2003 ya da 2004 olsa gerek, en az 10 yıl önce yaşanmış bir hatıramdır bu. Define diyerek aklınıza külçe altınlar getirdiysem özür dilerim ama konumuzun altınlarla alakası yok, aslında pek define de yok. İlkokul arkadaşım Koray ile yerden madeni para bulmuştuk ama küçük bir miktar, zaten o zamanlar çoğu para kağıttandı ve bozuk para dediklerimiz de hep değersizdi. Gene de o para bize kıymetli geldi, heralde çocuk olmamızla alakalı. İki arkadaş o parayla ne yapacağımıza karar vermeye çalıştık. Bayağı çok da düşündük, sanki gerçekten de define bulmuştuk. Oysa gerçekte elimizde ufak bir madeni para vardı.

TESTERE

Uydurma anılar serisinden, anı-2

YAZARDAN TAVSİYE-1
Okunmaya değmeyecek uzunlukta saçma sapan bir yazı, iki haftadır yazmayı bitiremedim ve sanıyorum ki sonu da gelmeyecek, aceleyle sonlandırılacak. Yazı yazmak adına değil, geleceğe not bırakmak amacıyla yazılmış bir şey. Neyse, umarım bu yazı türünün tek örneği olur ve ben tekrar böyle hatalı yazılar yazmam.
YAZARDAN TAVSİYE-2
Gene de bu sitede yazılan her şeyi okumak gibi bir saplantınız varsa, kendinize yazık etmeyin. Bu yazıyı okumayın ve okunmasını istemediğim halde niye mi yazdım? Kendine yazdım, yaşadığım kafayı anlamak istiyor ve illa bu yazıyı da okumak istiyorsanız, son paragrafı okusanız yeter. Zaten öncesi saçma sapan hikayeler filan, benim kadar boşsanız, o boş paragrafları da okuyabilirsiniz. Ne de olsa uyarımı yaptım, içim rahat.

Düzce'ye cumartesi günü dönecektim ama pazar günü dönmek zorunda kaldım, çünkü cumartesi "Testere" tarafından kaçırıldım! O yüzden bu sıralar hep uykusuz ve yorgun gibiyim. Ama bu satırları yazdığıma göre ölmedim yani hayattayım. Bir gün öleceğim ama o güne daha var gibi ya da o günü tahmin edemiyorum.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece oldu her şey. Her zamanki gibi bilgisayar başındaydım, sabah Düzce'ye döneceğimi bildiğim için fazla geç yatmayacaktım ama saat de 2 olmuştu. Şöyle bir bahçeye çıkıp temiz hava alayım, sonra yatarım diye düşündüm. Bahçede otururken yerde sigara izmaritleri gördüm, kendime kendime "Ulan abi, şu zıkkımı içiyorsun tamam da bari yere atma!" derken yerdeki izmaritleri topladım. Bahçeden çıkıp çöp kutusuna atarım elimdeki izmaritleri diye düşünürken bir domuz gördüm. O panikle hoşt filan dedim, elimdeki çöpleri fırlattım ama karşımdaki domuz onlardan kaçar mı? Zaten gerçek domuz da değilmiş, maskeli bir manyakmış.