16 Ağustos 2014 Cumartesi

AYVALIK İKİ

Bazı bakışlar vardır ki yıldızlardan daha ışıltılıdır ama sahtedir, öyleyse yıldızlara aşığız artık...

Bu bir blog yazısı değil, kişisel bir tatil günlüğüdür. Hususi Kalem ile değil, Talha CAN ile bağlantılıdır.

Tatil günlüğüne devam edelim ama hatırlatırım ki bu sadece bir günlük, tatil bitince bu da bitecek ama blog bitmeyecek. Neyse, sabah 9 gibi uyandım ve kahvaltı yapmaya bahçeye indim. Açık büfe lüks bir kahvaltı beni karşıladı ama benim için bu pek bir şey ifade etmiyordu çünkü ben o ayrı kaplarda duran üç çeşit zeytini birbirinden ayırt edemiyorum ki! Tamam, kaşar peyniri ve beyaz peynir farklı ki benim favorim kaşardır. Reçel ayırt etmem hepsi tatlı gıda ürünü, o yüzden tabağıma kahvaltılık olarak sevdiklerimden koydum ve yanına omlet rica ettim. Bir de kendim için ince belli bardağa koydum çayı sonra kuruldum ağaç altlarında duran masalardan birine ve karnımı doyurdum. Ne demişler? Yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat; o yüzden kahvaltının detaylarına daha fazla girmeyeceğim çünkü sonra sulu sulu karpuz yedim ki hiç sormayın.

İşte, yemek bitti ve yeni tatil günüm başlayacaktı ama balkona çıktığımda gördüğüm o anki deniz manzarası beni büyüledi. İşte, artık kalemlerin esareti bitsin istedim ve kucağıma aldım bilgisayarımı zaten hemen yanımdaydı, hem kendi çıktı kucağıma. Ben de başladım okşamaya klavyesini ve parmaklamaya tuşlarını, o zevk almıyordu çünkü o bir makineydi. Sadece kar/zarar hesabı yapıp, bunu kriter edinen ve ben elektriğini verildikçe çalışan, virüs programlarlarıyla performansını koruduğum bir bilgisayardı. Gene de ben zevk alıyordum çünkü ben sadece akılcı değil hem akılcı hem de duygusal yaklaşımları birlikte benimseyen biriyim o yüzden tutkularını kaybetmemiş biriyim. Neyse, o aşkla ve şehvetle saat akşam 4'e kadar blog yazdım. Hava çok sıcaktı ve dünkü gibi açlık, uykusuzluk, yorgunluk gibi bahanelerim de yoktu zaten başım da ağrımıyordu, o yüzden artık denize girebilirdim. Pansiyonum yakınında "Capri Plaj" diye bir yer vardı hemen 100-200 metre gibi ötede; sırt çantama havlumu, şortumu, güneş kremlerimi koydum ve plaja doğru yol aldım. Giriş 5 TL gibi küçük bir sembolik ücret ama plaj kapalı, şezlong ve şemsiyesi bu ücrete dahil, giyinme kabinleri temiz, duşları sağlam yani gayet iyi ve aldıkları ücretin karşılığını veren bir mekandı ki zaten içerisindeki kafesinde de müşterilerin yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Boş olan şezlonglardan birine havlumu serdim ve çantamı alarak giyinme kabinlerine gittim. Bu arada insanın 3 yıl içerisinde bu kadar büyüyebileceğini ve irileşeceğini hiç tahmin etmezdim, şortuma zor sığdım. Ha, ben şorta sığdım sığmasına ama bu durumdan hoşnut olmayan başka birisi vardı ki isyan edip ayaklanmasından korktum gene de korkulan türde bir olay yaşanmadı. Önce kendime bol bol krem sürdüm çünkü ilk kez denize girecektim, yanmaya hiç niyetim yoktu ki zaten yanmadım önlemimi aldığım için.

Krem falan filan ve denize ilk adımımı attım, anlatılamaz bir mutluluk yaşadım ve adımlar birbirini izledi. Su göbek deliğime gelene kadar yürüdüm zaten sonra denizin her dalgalanışında sanki birisi göbeğimi okşuyor, seviyor gibi hissettim. Gene de saatlerce öyle duracak değildim, daldım denize ve her yerimi suya soktum. İkindi vakti yakıcı değil ısıtıcı bir güneş, ılınmış bir deniz ve ben çok mutluyduk. Zaten pek yüzmeyi beceremem ama sırt üstü yatarak yüzmesini bilirim, öyle de yaptım ve denizde sırt üstü yattım. Bazen de boğulmuş gibi denize yüz üstü yatarak kendimi serbest bıraktım, o da eğlenceliydi ve bu kadar eğlenceden sonra denizden çıktım, duşun altına girdim. Eğlence bitti sanıyordum ama fıskiyeden akan buz gibi su daha da eğlenceli kıldı günümü, sonra şezlonguma giderek yattım ve bir kola söyledim çünkü dinlemek istiyordum. Biraz yattıktan sonra denizdekiler sesi ve denizin dalgaları beni tekrar çağırdılar sanki. Ben de kalktım gittim denize, gene eğlendim ve gene duşumu aldım ki havadan saatin ilerlediğini anladım. Hemen hesabı ödeyip çıktım, pansiyona doğru yürürken tüm bu eğlencenin beni acıktırdığını fark ettim. Yoldaki büfede kendime Ayvalık tostu yaptırdım, denizi izleyerek tostumu yedim bitirdim. Pansiyona vardığımda akşam 7-8 olmuş gibiydi, havlumu ve dar şortumu balkona asarak hemen üstümü değiştirdim ve merkeze gittim. Pazar kurulmuş; el emeği eşyalar, takılar, oyuncaklar, süsler, çeşit çeşit şeyler vardı ama ben onları da inceledikten sonra merkezi turlamaya devam ettim. Saat 10 olunca da artık pansiyona döneyim dedim, yolda güzel bir pastane görünce kendimi durmaktan alıkoyamadım. Kendime kakaolu vanilyalı bir dondurma söyledim, ağır ağır yedim çünkü tatile geldim ve her anı dolu dolu geçireceğim. Bu "anı yaşamak" değildir, bu var olanı en yüksek verimde kullanmakla alakalıdır ki anlatılmaz, yaşanır tarzda bir hayat tecrübesidir. Dondurmamı bitirdikten sonra deniz kenarından, deniz kokusunu içime çekerek pansiyona kadar yürüdüm. 

Odama geldiğimde bitmiş gibiydim ama son gayretle üstümü değiştirdikten sonra kendimi bahçeye attım. Ve hamağa yatarak yıldızları izlerim, hamak çam ağaçlarına bağlandıkları için ağaçlar da yıldızlar gibi gökyüzünü süslüyordu. Telefondan da bir müzik açtım ve kendimi düşünce dünyasına bıraktım. Sanki gökyüzüne düşüyor gibiydim, sarhoştum ama içmemiştim. Çok şey düşündüm ki onu da günlüğe değil de başka bir yazıda, başka bir konu olarak yer vermek istiyorum.

 Elalarını (Grup Vitamin)
Takmışım bir kere ela gözlü isterim
Valla inadım inattır benim
Yanlış yapma yavrucum
Ela gözlerini oyarım senin
 

Elalarını elalarını allah versin belalarını
Elalarını elalarını allah versin belalarını
Elalarını elalarını allah versin belalarını
Elalarını elalarını allah versin belalarını

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder