9 Eylül 2014 Salı

ÖZGÜR OLMAK

Kim bulutların üstünde koşmak istemez ki?

Bence herkes bulutların üstünde koşmak ister. Çünkü özgürlük herkesin istediği bir şeydir. Biri özgürlüğü reddediyorsa da kesin işin arkasında başka bir durum vardır. Neyse, bulutların üstünde koşmak istiyoruz ama koşamıyoruz. Gene de o hisse ulaşabiliriz belki olamaz mı? Gerçek manada özgür olsak, kendimizi tamamen hafiflemişsin hissetsek, işte o zaman bulutların seviyesine yükselebiliriz. Belki dediklerim saçma geliyor olabilir ama bulutlardan yazdığım için size öyle geliyordur. Hadi siz de bana katılın, hep beraber bulutların üstünde çılgınca dans edelim.

Sabah kalktığımızda hemen uyanamayız, biraz daha sersemlemiş halde kalırız. Ama yüzümüze soğuk bir su vurduğumuzda kendimize gelir ve ayılırız. Hemen ardından güzel bir kahvaltıyla kendimizi güne hazır hissederiz. Bana da aynısı oldu, bazı olaylar soğuk su etkisi yarattı ve beni kendime getirdi. Üzerine bir de Ayvalık tatili yapınca, güzel bir kahvaltı yapmış gibi kendimi hayata hazır hissettim. O andan itibaren bulutlara taşınmaya karar verdim ve her geçen gün daha da keyifleniyorum, kendimi iyi hissediyorum.

Sabah telefonu sadece saate bakmak için alıyorum, mesaj atmam gereken kimse yok zaten gelen mesaj yok. Bazen "Bana geri dön!" temalı mesajlar geliyor ama tınlamıyorum. Yani ilişkiyi bitirmişiz, defterleri kapamışız, neden tekrar sana döneyim Turkcell? Ama "Ye beni!" temalı mesajlara bayılıyorum, Dominos Pizza'dan kampanya mesajları geliyor ve o mesajlarla bile karnım doyuyor. Hatta bazen telefonun internetinden pizza resimlerine bakıp bu mesajları daha doyurucu kılıyorum. Tatilde olduğum için istediğim saatte yatıp, istediğim saatte kalkıyorum. Bilgisayar zaten 7/24 yanımda açık vaziyette bekliyor. Hemen internette takılmaya başlıyorum, saçma sapan twitler atıyorum ki hesap vermem gereken kimse yok! Facebook'a girip istediğim şarkıyı paylaşabiliyorum zaten artık tüm şarkıları kendime armağan ediyorum. Anasayfada canımın istediği her fotoğrafı beğenip, istediğim yorumları yapabiliyorum. 17 ay önce profil fotoğraflarını ardı ardına beğendiğim kızın kim olduğunu bile hatırlamazken, o kızla aramda hiçbir şey olmadığını açıklamak zorunda kaldığım bir kimse de yok. Hele eski günlerdeki lise arkadaşlarıyla yapılan mesajlaşmalar küfürlüyse onları silip küfürsüz olanları bırakmak gibi zahmete girmiyorum artık. Bir kız mesaj attığında hemen gereksiz yere soğuk tavır sergilemek zorunda değilim. Bu yaşananların gerginliği atmak için 7 tane facebook hesabı kullanıyordum, gerçi o hesaplar 4 yıldır var. Demek ki onların amacı farklıymış, hemen yanlış anlamayın. Birbirlerin oyun isteği yolluyorum belki, biri aksini ispat edene kadar bu söylediğim geçerlidir! Neyse, internet sadece küçük bir dünya ve gerçek olan büyük bir dünya da var.

İstediğim zaman dışarı çıkabiliyorum, zaten reşit bir birey olarak bu benim yasal hakkım ama psikolojik olarak sıkıntılar yaşanırdı ki bunlar geçmişte kaldı. Dışarı çıkıyorum hatta il sınırından çıkıp kendimi Ayvalık'ta bulabiliyorum. İstediğim insanla konuşup, istediğim mekana gidebiliyorum. Telefonun şarjı eskisinden 3 kat daha fazla gidiyor, o da yeni halinden memnun. Gece 3'te gelen mesaja 5 dk içinde cevap vermek zorunda değilim çünkü kesin Vodafone'den gelmiştir. Tamam, yazı şu ana kadar hep "ayrılık" temalı oldu ama olaylara mizahi yönden yaklaştım ki olayın ciddiyetini fark edin.
Şu çoğu kişi tarafından beğenilmiş, çeşitli ödüller almış ve bazı hanzolarca "süper film ya, adamlar karıları götürdü ya!" denilmiş, bazı kızlarca (uygun yakıştırmayı bulamadım) "Nejat gene süper oynamış ya, bayılıyorum o adama!" denilmiş film olan "Kaybedenler Kulübü" filminden benim aklımla kalan iki şey var. İlki; tüm gün koltukta belgesel izleyen ve bir zamanlar facebookta birçok kişinin kapak resmi olan elemanın, sarışın hatun Güneş Zavrak'ı oturduğu yerden elde etmesidir. Arkadaşı kıskanıyor değilim, aksine takdir ediyorum. Şimdi aklımda kalan ikinci kısma yani konumuzla olan kısma geliyorum. Kaan ve Zeynep barda tanışmamış mıydı? Zeynep, Kaan'ı tanıdığında Kaan hayatı iplemez şekilde yaşayan, başarılı bir fotoğraf sanatçısıydı. Peki, Zeynep neden Kaan'ı terk etti? Yok efendim mühendis olduğu halde neden işini yapmıyormuş, radyoya telefon açan kızlara neden sapıkça şeyler söylüyormuş, falan filan... Bu arada filmi izlemeyenler kusura bakmasın, direkt olaya daldım ama film gerçek yaşamdan kurgulanarak çekilmiştir ki bunu da ekleyeyim. Neyse, Zeynep Kaan'ın o serseri halini sevdi ama onun değişmesini istedi. Nedense seviştikten sonra değişmesini istedi. Burayı vurgulamak lazım, sen düne kadar adamın fotoğraf ödüllerini öv, barda tanış ve randevu ver ama yatak faslından sonra adama "Sen İTÜ mezunusun, işini yapsana ya!" diye sitem et ve terk et. Gerçek hayatta şu an Kaan evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmış diye duydum, demek ki her şey nasip kısmet işiymiş. Yani Talha'da yıllar önce gece canlıları gibi gündüzleri uyuyan, geceleri sokaklarda dolaşmaktan hoşlanan, blog yazan, sözlüklerde takılan, telefonu da internete bağlanmak için kullanan bir insandı. Sen bu elemanı karşına alıp "7 ay önce blog sitende yazmış olduğun şu yazıda hangi kızdan bahsediyorsun? Sözlükte de şöyle böyle bir şey yazmışın, orada ne demek istedin? Facebookta 4 yıl önce yüklediğin şu fotoğrafta çok kötü çıkmışsın, bence onu sil." dersen, Talha'da blog yazmayı bırakır, sözlüklere yazdığı 1000 küsür giriyi tek tek inceleyip 300 tanesini siler, sonra tabi günde 150 sms atar. Adam sadece vizede ve finallerde kalem tutar olmuş, sms yazsın da okuma ve yazma faaliyetlerine bu şekilde devam etsin. Salakça sorular duymamak için telefon rehberindeki çoğu kızı simkart hafızasına atıp saklamak zorunda mıyım? Talha sonra neden çok takıntılı ve kıskanç? Mazur kaldığım bu psikolojik işkenceler tabi benim ruh sağlımı bozacak ve psikolojik sorunlara sebep verecekti. Gene de Talha ilişkiye ihanet eden biri olmadı çünkü birlikteliğin kutsallığına inanmış biri olarak mücadele etti. Tek başına psikolog, psikiyatrist, SHU, cami imamı, daha birçok kişiyle görüştü. Peki, karşımdaki ne yaptı ben böyle yardım arayışındayken? Benim gibi psikolog ile görüştü mü? Hayır, çünkü suçlu olan tamamen benmişim ve benim görüşmeler yapmam gerekirmiş. Zaten o benim hep arkamda olacakmış, bu konuda doğru söyledi. Hep arkamda oldu, arkamdan bıçaklarken de arkamdaydı aynen söz verdiği gibi. Bu bir sondu ama aynı zamanda bir başlangıç, özgür bir hayat başladım ardından ve çok mutluyum artık! Çünkü kendim oldum, kendim olmayı seviyorum.

Tekrar özgürlüğe gelirsek, kendimiz olmayı başardığımız kadar özgürüz. Telefonumu yatağımda kaybediyorum ve akşama kadar bulma zahmetine girmiyorum. Ne var biri aradıysa ya da ulaşamadıysa, önemliyse başka bir şekilde ulaşır. Geçen çarşıya çıktım, cüzdanı açtım ve içinde para yok. Çok mu önemli para? Yok efendim şu eskidi, şu gitti, bu şunu satın almış, onlar şuraya gitmiş... Ben parasız dolaşmayı sevmeye başladım çünkü yürümek parayla satın alınan bir şey değil. Parayla otobüse binebilir, taksi çağırabilir, otomobil kiralayabilirsin ama yürümeyi satın alabilir misin? Geçen kapının kenarında gazete üstünde duran ayakkabılara baktım. Botun hariç üç spor ayakkabım var. Biri 3 yıllık olan tek kaldığı için %50 indirimle aldığım turunca bağcıklı ayakabı ama aynı zamanda yazlık ayakkabı, diğeri herkesin mana bulduğu kırmızı bağcıklı ayakkabı ki onu da 3 yıl önce turuncu bağcıklıyla birlikte almıştım. Çünkü o da %50 indirimliydi, bu fırsatı değerlendirmeydim. Ne yazık kı o ayakkabıların arkası parçalanmış durumda, son kalansa geçen yaz aldığım siyah güzel spor ayakkabılarım. Dedim ki botum ve bu siyah ayakkabı beni kışın idare eder. Zaten etmeli, size Afrika'da pet şişeden yapılan terliklerden bahsetmeyeceğim ama olaylara pozitif bakmamız bize yarar sağlar. Ne gerek var bir sürü ayakkabıya ya da yeni elbiseye? İşte, boş cüzdanım ve turuncu bağcıklılarla çarşıda dolaşırken abimle buluştuk. Ben bir ara bilgisayarcıya tamir ücreti için para çekmem gerektiğini hatırladım, daha burs yatmamış ama kıyıda köşede sakladığım küçük miktar parayı çektim ve boş cüzdanı doldurdum. Tekrar abimin yanına gittim, cüzdan cebimde rahatsızlık veriyor diye cüzdanı abimin çantasına koydum. Cüzdanı çantada unutmuşum ve bir süre de cüzdansız gezindim çarşıda. Eskiden olsa çok paniklerdim, "Kimlik, para, özel şeyler, cüzdanım nerde?" diye dört dönerdim ama ne gerek var? Bilgisayarcıya gittim, boş ceplerimi gösterdim, onlarda sıkıntı olmadığını söylediler. Ne yani, beni dövecekler ya da bilgisayarı tekrar bozup önüme mi atacaklardı? En fazla bilgisayarı rehin alıp, parayı getirince alırsın derler ki, bu da onların ticari bir hakkı. Gene de bilgisayarı verdiler, otobüs durağına gittim ve otobüs geldiğinde bindim, şoföre durumumu izah ettim. "Sıkıntı değil abisi, geç otur sen." dedi, kalkıp benim kafamı otobüsün camına vuracak değil ya, en fazla otobüsten inmemi isterdi ve ben de abimi durak da bekler, akşam beraber dönerdim. Birine paranızın olmadığını söylemek, kişiye kendini ezik hissettirmemelidir. Yardımlaşmanın önemi hakkında atıp tutuyoruz da bu yardımlaşma iki kişiyle olur, yardım eden ve yardıma muhtaç olan. Hep yardım eden taraf mı olacağınızı sanıyorsunuz? Tabi, insanın hayatında biri ya da birileri olduğunda dediklerimi uygulamak zor oluyor. Biri ve birileri diyorum çünkü olay sevgili muhabbeti değil, eş dost akraba yani genel bir konu. Arkadaşların sana gelip "Kanka şu mekana gidiyoruz hadi sen de gel." dediklerinde "Oranın müziklerini sevmiyorum ben." deyip kıvıracağına, yalan söyleyeceğine, adam gibi "Bir çaya 10 lira vermecek halim yok, kusura bakmayın." desen her şey yolunda gidecek. Kız arkadaşın sana buluşmayı teklif ettiğinde mekana 1 saat önce gitmene rağmen ve kız 2 saat gecikmesine rağmen "Yok, fazla beklemedim canım ya." deyip kızı iyice arsız, yüzsüz, nankör, şımarık hale getireceğine "3 saat bekledim, 7 çay içtim, yoldan geçen otomobilleri renklerine göre saydım, sen bu 3 saat ne yaptın?" desen, hem içinin yağları eriyecek hem de kız ayağını denk alacak. Tabi "Sanane be salak! Sana 1 saat erken gel diyen mi oldu?" deyip, o geciktiği 2 saati geçiştirip bir de üstüne hakaret edip üste çıkıyorsa, onunla hala sevgili kalmayı düşünüyor musun? Bak, sen dürüst olduğunda o da sana gerçek yüzünü gösteriyor. Yıllarca rol yapamazsınız.

Tamam, eş dost akraba muhabbetini de geçelim. Saçına sakalına karışan olmaması bile ayrı bir tat veriyor insana. Hani, lise bitene kadar çok yalnızlık çektim ve o zamanlar "Kız arkadaşım olsun, her gün tıraş olur, her sabah ondan önce uyanır ve ondan önce günaydın mesajı atar, bir dediğini iki etmem." diyordum. Dediklerimi de yaptım, sakallarımı ve şaçlarımı onun istediği şekilde kestim. Ama lisede hiç yakışmadığı halde Wolverine sakalı yapmak beni daha çok mutu ediyordu. Geceleri geç yatıp erken kalktım da ne oldu, her sabah ilk mesajı attım da ne oldu? İşte, Turkcell sonra bana tabi geri dön tarzı mesajlar atar. Bir dediğini iki etmedik, bu sefer bir dedirtmek bile hata oldu. Hani istiyor ki telepatik yöntemlerle zihnini okuyayım ve o istediklerini söylemeden istediklerini gerçekleştireyim. Benim telepatik yeteneğim olsa, telekinetik güçlerimi geliştirir ve daha çılgınca şeyler yaparım. Neyse, gene özgür olmaktan ve özgür olunca yapabileceklerden bahsedelim. Geceleri yastığıma sarılıp, bilgisayardan da Ezgi Tunçer'in sesli masallarını dinleyerek uyuyorum. Facebookta biriyle konuşken birden "3 dk" yazıp, sonra kalkıp tuvalete gidebiliyorum. Eskisi gibi tuvalette bile mesajlaşmak zorunda hissetmiyorum kendimi. Çişimi yaparken bile özgürüm! Artık insanları takmıyorum çünkü insanlar beni takmıyor ki, takması da gerekmiyor. Bundan 3 ay önce minibüste kafamı otomatik kapıya vurmuştum. Kimse gülmedi, bir şey de demedi ama gene de öyle bir ezildim ve utandım ki yerin dibine batmış gibi olmuştum. Şimdi düşünüyorum da çok abartmışım, keşke millet gülseydi de ben de kendi halime gülseydim. Hatta alay etselerdi, zaten geçmişte kalacak. O gün minibüste olanlardan hangisi bugün oturup "3 ay önce minibüste kafasını vuran çocuk çok komikti ya!" demiyor. Buradan üniversitedeki arkadaşlarıma sesleniyorum, 2 yıl önceki ingilizce dersinde bayılma tehlikesi geçirip "I am enter stres, come uyuşma my hands!" dediğimi hatırlıyor musunuz? Ben hatırlatınca hatırlarsınız, o günü yaşamak bugün bana hiçbir şey hissettirmiyor aksine bakın, siteme de rahatça yazabiliyorum. Kendimizi kasmaya ve kasıntı olarak yaşamaya ne gerek var? Cidden, kendimi tüy gibi hafiflemiş ama bir kaya kadar kararlı olarak görüyorum ve güzel bir hayat sürüyorum. Neyse, daha fazla gevezelik yapmadan yazıya son vereyim. Uykum geldiği için yazıyı burada sonlandırıyorum, yoksa kısa ama daha ilgi çekici yazılar da yazabilirim ama rol yapmak istemiyorum. Hakkımda denilenleri aldırmıyorum! Aksine yüzüme konuşamayacak kadar aciz ve yüzsüz olmanıza gülüyorum. Kendime de gülüyorum, oturduğum yerden birçok dost ve düşman kazanabiliyorum. Gene çok konuştum ve yazıyı bitirmedim değil mi? Boş verin beni, bir nostalji yapıp ekleyeceğim şarkıyı dinleyelim.

Ben Özgürüm (Nil Karaibrahimgil)
Benim hem yollarım hem sözlerim hem de konuşan gözlerim var
Hürüm
Özel olduğumdan değil çekip gittimden değil dedim ya ben özgürüm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder