25 Ağustos 2014 Pazartesi

AYVALIK DÖRT

Enerji saçıyorum ve karşılığını da alıyorum.

Bu bir blog yazısı değil, kişisel bir tatil günlüğüdür. Hususi Kalem ile değil, Talha CAN ile bağlantılıdır.

Tatili bitirdim, evimden yazıyorum ama anılarım hala tazeyken şu "Ayvalık Günlükleri"ne kaldığım yerden devam edeyim.

Güne gene her zamanki gibi zengince sunulmuş açık büfeden kahvaltımı yaparak başladım. Zaten önceki gün tekneden gelmiştim ve hala yorgundum. Bir de tekne günümü yazmak için bilgisayarımı oturttum kucağıma ki zaten devamını biliyorsunuz, klavye okşama ve tuşları parmaklama ritüelleri başlıyor. Kendimi kaptırmışım öğlen 3'e kadar yazmışım ama tüm günümü bilgisayar başında geçiremezdim ki. Hem hala Cunda'ya geçmemiş ve ailem için hediyeler almamıştım. O yüzden hazırlandım ve pansiyondan ayrılıp merkeze gittim.

Merkezde önce para çektim ki hala hesabımda para vardı. Paramın bereketli çıktığına da ayrıca sevindim. Beni gene sıcak bastı, tahmin edin nereye gittim? Tabi Tansaş'a gittim ama kasiyerlere sarmaya değil, klimasında serinlemeye. Bu arada ben şaka yapıyorum sarmak filan derken yani beni tanıyanlar bunun şaka olduğunu anlar ama tanımayanlar direkt "ne sapık herifmiş ya!" diyebilir. Neyse, Tansaş'tan çıktım ve beyaz dolmuşlarla artık Cunda'ya geçeyim dedim. Aslında karnım açtı, merkezde mi yoksa Cunda'da mı tost yerim diye düşünüyordum. Öyle dolanırken tekne turu kaydımı yapan Hüseyin Abiyi gördüm, selamsız geçmek istemedim. Hoşbeş muhabbet ettik, bana Cunda'ya vapurla gitmemi tavsiye etti yani dolmuşun içine tıkılmaya ne gerek varmış ki? Haklıydı ama açtım, tekne saatine kadar tost yemeğe gideceğimi belirttim, cebinden bir kart çıkarıp arkasına imzasını atıp  bir yer tarif edip orayı yolladı ve tostumun torpilli olacağını söyledi. Ya aslında o tostçular çarşısında bütün tostlar aynı, fiyatları da aynı yani zaten Ayvalık tostunun torpilli olmasına gerek yok çünkü içi dışına taşıyor. Gene de bir mekana selamla gitmek, selam götürüp getirmek, gülen yüzlerle karşılaşmak en büyük lezzettir bana. Dediği yere gidip tostumu yiyip, ayranımı içtim ve ayrıldım mekandan. Limana gidip vapurla Cunda yolculuğuna başladım. Hava kararmadan taş sokaklarını, eski evlerini gezeyim dedim ve kendi başıma dolanmaya başladım. Kedi dolu bir ev gördüm, bir kediyi sevmemle beraber tüm kediler bacağıma sürtünmeye başladı ve ben de hepsini sevdikten sonra oradan ayrıldım. Tost yediğim için karnım toktu ama artık evdekiler için hediye alışverişine başlamam gerekiyordu ki Cunda pazarı büyük ve içeriği zengin bir yerdi ve ben de daldım içine.

Bir sürü şey vardı, hani insan hepsini almak ister ama gene de her kişiye özel hediyeler alacaktım. Önce aradan babamı çıkarmayı düşündüm. Babamın çengelli anahtarlığı eskimişti o yüzden ona iyi bir anahtarlık alacaktım ama öyle süslü püslü değil aksine sağlam ve kullanışlı. Bir tane pusulalı (yanlış gösterse de önemli değil) çengelli, şişe açmalı, sert, sağlam, eni kalın güzel bir anahtarlık buldum yani babam bunu düşürse de hor kullansa da bir şey olmazdı. Bir de anahtarlığın arkasına "Canım Babam Önder Can'a Sevgilerle... Cunda-2014" diye işlettim, maşallah hepsi de sığdı. Sırada kardeşim vardı ki o oyuncak tarzı bir şey ister ve onu da bir hamleyle aradan çıkarırdım. Oyuncak tezgahı buldum ve oradaki çakma Furby'ler bana bakıyordu, hemen pembe olanından aldım. Geriye kalanlarsa: annem, abim ve abimin nişanlısıydı. Abim ve annem için daha seçici olmalıydım, gerçi babam ve kardeşim için de çok seçiciydim sadece onların işlerini çabucak halletmiştim. Neyse, Kevser'e hediye arıyordum sonuçta abimle evlenecekler hani evde kullanacakları bir şey olsun diye düşündüm. Genelde pazarda hem deniz temalı ürünler vardı ki bunlar abimlerin evine uyar mıydı ki? O yüzden daha sade şeyler aradım ki, sonunda katının yanına asılan anahtar asma süsünü buldum böyle pencere şeklinde ve önünde ızgarası yani parmaklıkları var. Dantellerle ve pembe mor çiçeklerle süslenmiş harika bir şeydi. Ortasına hemen "Cunda" yazan taş yapıştırıldı ama bence yeterli değildi. Üstünde "Kevser&Umut" yazsın istiyordum ki rica ettim ama ızgara yüzünden yazamazmış. Ben pes etmem! Parmaklıkların arasına kalem sokarak yazmasını rica ettim ki cidden nasıl bir muhabbetim ve tatlılığım varsa ikna ettim uğraşa uğraşa yazdılar. Sonra gene hoşbeş muhabbet ettik ve sırada annem ve abim kalmıştı. Abim çizer olduğu için ve gördüğünüz gibi ben de yazarım herhalde kardeşim de şarkıcı olur. Konu dağılmasın, abime kalemlik yapabileceği bir şey almak istedim. O bana Macaristan'dan büyük bir bira kupası getirmişti, ben de ona öyle büyük bir kupa bulursam iyi olurdu ki Ayvalık'ta bira değil rakı içiliyor. Rakı bardağı da kalemlik olmaz ki.  Öyle dolanırken bir tane oduncu gördüm, saf odundan ürünler yapıyor ve orada gözüme bir mumluk takıldı gayet kalemlik yapmaya uygundu. Zaten mis gibi ağaç kokuyor ve kabuğu filan üstünde çok da natüral bir şeydi ki sadece üstüne yazı yazılacak yer yoktu. Dükkan sahibine durumu anlattım, o da "Şu ileri köşede hoca var, onda gerekli malzemeler vardır. İşte bir yüzeyinin kabuğunu kazısın sonra yazı yazılır." dedi. Ben de hocaya gittim, hoca dedikleri de öğretmenmiş ve o değerli insan Muin Abiyle tanıştığımı çok memnun oldum. Durumu ona anlattım, sadece bir yüzeyin kabuğu soyulacak sonra kalemle yazı yazılacaktı. İşte hem durumu anlattım hem gene gittiğim her yerdeki gibi muhabbet ettim ve Muin Abi 1 saat sonra gelmemi istedi, ben de zaten yemek yiyecektim. Ve bir kişiyi de aradan çıkarmanın mutluluğuyla yemek yemeye gittim.

İkiz Kardeşler Lokantasına gittim ki zeytinyağlı yemekler yapan, meydanda güzel bir yerdi. "Yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat" sebebiyle fazla üstünde durmayacağım bu konu üstünde zaten ayrıca mekan tanımı yapan yazılar yayınlayacağım. İşte, orada çalışan gençlerle ayaküstü biraz muhabbet ettikten sonra ayrıldım ama mekandan çok memnun kaldım. Sıra da Muin Abiden siparişimi almak vardı, yanına gittim. Helal olsun, uğraşmış ve harika bir eser çıkarmış. Anlaştığımız gibi bir yüzeyin kabuğunu soymuş ama yazı yazmak için temiz bir yüzey çıkmamış ne kadar zımparalamış olsa da, sonra o da üzerine ince bir kare tahta parçasını yapıştırıp üstüne "Umut CAN" yazmış ama kalemle değil, ahşap yapma ustası olduğu için yakarak yazmış ve süslemiş. Özetle bayıldım, özel bir hediye oldu ve borcumu sordum. Para kabul etmedi ama emeğini karşılıksız bırakamazdım, anneme hala hediye almadığım aklıma geldi. Baktım dükkanında tavana asılan türden bambu süsleri vardı rüzgarda sesler çıkaranından. Annem için onu almak istedim, almak zorunda olmadığımı söyledi ama cidden annem sevecekti ve diğer dükkanlardan alacağıma buradan alır ve ikimizde kazanırdık. O bambu süsü aldım, onun üzerine de annemin ismini ve Cunda 2014 diye yazdırdım. Artık saat geç oluyordu, Çamlık'taki pansiyonuma dönmem gerekiyordu. Muin Abiyle vedalaştım ve yarın ona küçük bir hediye getireceğimi söyledim. Ne kadar gerek yok filan dese de söz ağızdan bir kere çıkar. Sonra hava karardığı için vapurla geldiğim Cunda'dan dolmuşla ayrılmaya karar verdim. Sonra güzel bir yolculuk ve sonra da pansiyona gidip yatıp, uyumak... Günümü böyle geçirdim.

Şimdi sırada ise yazı sonu şarkımız var, madem bugün hediye alışverişleri yaptım. Noel Baba tarzı bir şarkı güzel olur, hem de kulaklarımızın pası silinir :)

Ruffneck (Skrillex)
Ruffneck bass
Are you ready for the

Ruffneck bass
Are you ready for the
Ruffneck bass
Are you ready for the ruffneck bass?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder