24 Eylül 2014 Çarşamba

TEK OLMA MESELESİ

Tek doğdum ama tek ölür müyüm? Bundan emin değilim.

İki haftadır yeni blog yazısı yayınlayamadığım farkındayım ama bu size benim iki haftadır yattığımı da düşündürmesin. Çünkü yazmaya çabalıyorum, gene de yazıları yetiştiremedim. Düzce'ye gelince hastalandım, bu şehir beni hasta ediyor. Yazın topladığım enerji tüm yıl yeter diye düşünürken, bir haftada tükendim. Yine de asla pes etmedim ve gördüğünüz gibi geç de olsa bu yazıları yayınlayabildim. Ne de olsa hayat devam ediyor değil mi? Zaten etsin, edebildiği kadar etsin. Bir gün ölüm herkesi öldürecek. Zihnimde hep "Ölüm gerçeği bizi korkutsa da, ölüm fikrinin bizi kurtaracağı kesindir." sözleri yankılanır.

İNSANLAR

İnsan mutlu olmak için mi yaşar?

Bu basit bir soru değil, üzerinde uzun uzun tartışılacak bir konunun başlığıdır. Bir insan bile net olarak neden yaşadığınından emin olamazken, milyarlarca insanın yaşamlarına neden devam ettiklerine tek ve ortak bir cevap bulmak biraz olanaksız gözüküyor. Bir de olaya "İnsan mutlu olmak için mi yaşar?" sorusuyla girmek, olayı daha karmaşık yapıyor. Çünkü mutluluk ve mutlu olmak, çok karışık şeyler ya. Madem bu kadar zorlu ve karışık bir konuya gireceğim, bari kullanacağım yaklaşımı kendim seçeyim. Zıtlıklar bana çoğu zaman yardımcı olmuştur, o zaman karşıt kavramlarla konuya girerim. Ölüm ve mutsuzluk kavramlarıyla konuya girelim. Devamında da bunalım, depresyon, cinnet, cinayet, katliam, intihar konularına bile gireriz. Gene de konudan sapmayalım, yazının merkezinde "Yaşam-Mutluluk" ve "Ölüm-Mutsuzluk" olsun.

DEFİNE

Yaşanmış anılar serisinden, anı-2

Yıl 2003 ya da 2004 olsa gerek, en az 10 yıl önce yaşanmış bir hatıramdır bu. Define diyerek aklınıza külçe altınlar getirdiysem özür dilerim ama konumuzun altınlarla alakası yok, aslında pek define de yok. İlkokul arkadaşım Koray ile yerden madeni para bulmuştuk ama küçük bir miktar, zaten o zamanlar çoğu para kağıttandı ve bozuk para dediklerimiz de hep değersizdi. Gene de o para bize kıymetli geldi, heralde çocuk olmamızla alakalı. İki arkadaş o parayla ne yapacağımıza karar vermeye çalıştık. Bayağı çok da düşündük, sanki gerçekten de define bulmuştuk. Oysa gerçekte elimizde ufak bir madeni para vardı.

TESTERE

Uydurma anılar serisinden, anı-2

YAZARDAN TAVSİYE-1
Okunmaya değmeyecek uzunlukta saçma sapan bir yazı, iki haftadır yazmayı bitiremedim ve sanıyorum ki sonu da gelmeyecek, aceleyle sonlandırılacak. Yazı yazmak adına değil, geleceğe not bırakmak amacıyla yazılmış bir şey. Neyse, umarım bu yazı türünün tek örneği olur ve ben tekrar böyle hatalı yazılar yazmam.
YAZARDAN TAVSİYE-2
Gene de bu sitede yazılan her şeyi okumak gibi bir saplantınız varsa, kendinize yazık etmeyin. Bu yazıyı okumayın ve okunmasını istemediğim halde niye mi yazdım? Kendine yazdım, yaşadığım kafayı anlamak istiyor ve illa bu yazıyı da okumak istiyorsanız, son paragrafı okusanız yeter. Zaten öncesi saçma sapan hikayeler filan, benim kadar boşsanız, o boş paragrafları da okuyabilirsiniz. Ne de olsa uyarımı yaptım, içim rahat.

Düzce'ye cumartesi günü dönecektim ama pazar günü dönmek zorunda kaldım, çünkü cumartesi "Testere" tarafından kaçırıldım! O yüzden bu sıralar hep uykusuz ve yorgun gibiyim. Ama bu satırları yazdığıma göre ölmedim yani hayattayım. Bir gün öleceğim ama o güne daha var gibi ya da o günü tahmin edemiyorum.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece oldu her şey. Her zamanki gibi bilgisayar başındaydım, sabah Düzce'ye döneceğimi bildiğim için fazla geç yatmayacaktım ama saat de 2 olmuştu. Şöyle bir bahçeye çıkıp temiz hava alayım, sonra yatarım diye düşündüm. Bahçede otururken yerde sigara izmaritleri gördüm, kendime kendime "Ulan abi, şu zıkkımı içiyorsun tamam da bari yere atma!" derken yerdeki izmaritleri topladım. Bahçeden çıkıp çöp kutusuna atarım elimdeki izmaritleri diye düşünürken bir domuz gördüm. O panikle hoşt filan dedim, elimdeki çöpleri fırlattım ama karşımdaki domuz onlardan kaçar mı? Zaten gerçek domuz da değilmiş, maskeli bir manyakmış.

9 Eylül 2014 Salı

KÖKLERDEN GÜÇ

Büyük oynarsan, büyük kazanırsın. Zirveye oynuyorum!

Gönül isterdi ki bu yazıyı cumartesi günü yayınlayayım ve cumartesinden cumartesiye görüşelim. Olmadı, yazılar yetişmedi. Pazar gecesi yazıları bitirdim ama uykuya yenik düştüm. Pazartesi öğlen kalktım ve yazıları düzenlerken, 15 saatlik elektrik kesintisiyle hayat bile durdu. Salı günü dinlenmem gerekti çünkü arıza tamirinde gönüllü olarak görev aldım. Akşam 10'dan sabah 7'ye kadar canım çıktı, o yüzden akşama kadar yattım. Yazıları şimdi yayınlıyorum ki gece oldu, çarşamba günü başladı. Olsun, ben hala hayattayım! Ben yaşadıkça da yazılarımı yazarım. Tamam, aynı sözü "Umumi Kalem" için de vermiştim ama o sözü verirken tek başımaydım, nereden bileyim sonra birinin hayatıma gireceğini. Tabi, şimdi çıktı da rahatladık biraz. Çok sıkıştıktan sonra tuvalete gidersin ya, aynı rahatlık ve mutluluk var üstümde :)

ÖZGÜR OLMAK

Kim bulutların üstünde koşmak istemez ki?

Bence herkes bulutların üstünde koşmak ister. Çünkü özgürlük herkesin istediği bir şeydir. Biri özgürlüğü reddediyorsa da kesin işin arkasında başka bir durum vardır. Neyse, bulutların üstünde koşmak istiyoruz ama koşamıyoruz. Gene de o hisse ulaşabiliriz belki olamaz mı? Gerçek manada özgür olsak, kendimizi tamamen hafiflemişsin hissetsek, işte o zaman bulutların seviyesine yükselebiliriz. Belki dediklerim saçma geliyor olabilir ama bulutlardan yazdığım için size öyle geliyordur. Hadi siz de bana katılın, hep beraber bulutların üstünde çılgınca dans edelim.

ZORLU ANKET

Yaşanmış anılar serisinden, anı-1

Liseyi bitireli 2 sene oldu ama ben kendi içimde liseyi bitiremedim. Belki gençliğim diye unutamıyorum, hala gencim ama lisede ergendim işte. Ne halt yediysem, o zamanlar yedim. İyi kötü bir çok anım oldu. Eğlenceli olanlardan bir tanesini sizinle paylaşayım. Sosyoloji dalında yarışmak adına liseden Kimya öğretmeni olan ama sosyolojiyle de yakından ilgilenen Ferdi Hocam ile beraber katılacaktık. O bu konuda deneyimliydi ve ona yardımcı olacak, cesur, çalışkan, hırslı bir öğrenci lazımdı ki o ben oldum. Çünkü bu vasıfları üstünde özel bir insanım. Daha fazla konuyu dağıtmadan, olaya geçeyim.

ÇİKOLATA KADINLAR

Uydurma anılar serisinden, anı-1

Geçenlerde Freud'un "Günlük Yaşamın Psikopatolojisi" kitabını okurken uykum geldi ama canım uyumak değil, kitanı okumak istiyordu. Bu kendi içimdeki çatışmam, zaman ve mekan kaymasına sebep olarak beni 1910 senesinin Viyana'sına yolladı. Olayın şokunu yaşarken biri yanıma yaklaştı ve "Bayım, varsa çakmağınızı ya da kibritinizi bana vermenizi rica edebilir miyim?" dedi. Sesin sahibine bir baktım, Freud! Üzerimde çakmak ya da kibrit yoktu ama Freud ile muhabbet etmek istiyordu, bir atak yapmalı ve iletişimi kurmalıydım. "Bu tiryakiliğiniz, çocukluğunuzun oral evresinde yaşadığınız problemlere işaret olabilir mi hocam?" diye sordum. Freud kendisiyle aynı bağlamdan konuşan biriyle karşılaşmış olmaktan hoşnut olmuştu ve "Derneğe gidelim, biraz muhabbet ederiz olur mu genç adam?" dedi. Sanırım Viyana Psikanaliz Derneğine gidecektik. Neyse, Freud koluma girdi ve yürümeye başladık.

2 Eylül 2014 Salı

YALANCILAR

Artık sadece diller değil, gözler de yalan söylüyor. Hepimizin özleri kirlenmiş!

Geçen youtube üzerinden sesli masal dinleyerek uyurken aklıma takıldı, neden herkes iyi bir yalancı olmuş? Sanıyorum ki insanlar tatlı yalanları, acı gerçeklere tercih ediyorlar. Yalanı sevenler de zamanla yalancı oluyor. Bir başka açıdan bakınca insanlar kendini maskeli baloda sanıyorlar, herkeste kostümler ve maskeler. Gayet eğlenceli gözüküyor ama elbet balo bitecek ve maskeler düşecek. O zaman işte açık büfeyi sömüren aç Batman kostümlünün, milyonlar kazanan patronun olduğunu göreceksin. O loş köşede samimi dans eden Medusa ve Robocop kostümlünün, karın ve iş arkadaşın olduğunu göreceksin. Herkes kötü, bir tek sen mi iyisin? Herkes de fazla içkiden dolayı halıya kusan İronman kostümlünün sen olduğunu görecek. İşte, böyle yalancılık ve iğrençlik dolu bir balo yerine güzel bir piknik düzenleseydik keşke...